Lübnan iç siyasetinin sakin olduğu dönemlerde çevre ülkelerden çok turist çeken bir ülke. Türkiye’den de son dönemde gitmeyen neredeyse yok gibi…Yakın, ucuz bilet bulabiliyorsunuz,kültür çok yabancı değil, alışveriş bol,vize yok. Böyle olunca hafta sonu için bile bir sürü insan Beyrut’a uçuyor ve ne yazık ki orada da kalıyor.
Bizim seyahatimizin sonlarına doğru, bir akşam yemeğinde yanımızdaki masaya genç bir Türk çift oturdu. Cuma akşamı iş çıkışı gelmişler, Pazartesi sabahı ilk uçak ile döneceklerdi. Anlattıklarına göre Beyrut’un dışına hiç çıkmamışlar, gündüzlerini alışveriş, gecelerini de Beyrut’un ünlü gece klüplerine giderek değerlendirmişlerdi. Aslında herkesin tercihi kendine ama tüm bunlar İstanbul’da da rahat rahat, daha da alasıyla bulunabilecek aktiviteler diye düşündüm.
Zamanınız çok kısıtlı olabilir, alışveriş, clubbing çok seviyor olabilirsiniz ama tüm bunlara Beyrut’un hemen yarım saat uzağındaki Biblos’u ekleyebilirseniz, inanın hayatınız daha zenginleşir. Çünkü Biblos gerçekten Lübnan’da özel bir yer.
Biblos’a gideceğimiz gün, kahvaltı için daha önceden gözümüze kestirdiğimiz yarı pideci, yarı pastane tarzı bir yere giriyoruz. Sürekli sıcak sıcak lahmacunlar çıkarıyorlar. Lübnan’lılar sırada, lahmacunları paket paket alıp gidiyorlar. Sonradan öğreniyoruz ki, bizimkilere göre daha ince ve daha az malzemeli olarak yapılan bu lahmacunlar burada sevilen bir kahvaltı malzemesi. Dışarda yağmur şakır şakır yağıyor, bizde lahmacun ve sıcacık çaylarla pencere kenarı bir masadayız, televizyonda da Arapça olsa da bizim ‘’Arka Sokaklar’’ dizisi. Bayağı bir Türkiye havası işte….
Kahvaltıdan sonra arabanın GPS’inde kayıtlı Biblos diye bir yer bulunca, onun şu ana kadar bize yaptıklarını unutarak , gönül rahatlığı ile yola koyuluyoruz.
GPS bizi yavaş yavaş sahilden uzaklaştırıp, dağlara tepelere yönlendirse de başta pek oralı olmuyoruz. Biblos’un sahilde olduğunu biliyoruz ama, kimbilir belki de buralarda yapılmış bir müzeye götürüyordur diye düşünüyoruz. Ama bir türlü ne yol bitiyor, ne de bir yere ulaşıyoruz Ama yüksek kesimlere yapılmış çok güzel yerleşim bölgelerinden geçiyoruz. Önce etrafın düzen ve güzelliğinden, sonra da bir köşeye kondurulmuş kiliselerden bu bölgelerde Hristiyanların yaşadığı anlaşılıyor. Lübnan’da gerçekten Hristiyan bölgeleri ve Müslüman bölgeleri arasındaki fark çok çarpıcı. Bir taraf ne kadar düzenli, temiz ve özenli ise, diğer taraf da o kadar bakımsız, pis ve derbeder.
En sonunda yol bitiyor ama GPS cihazımız ısrarla bizi ufak bir keçi yoluna yönlendirmek istiyor. Belki de kimselerin görmediği bir şey göreceğiz, ama belki de bizden önce GPS’i kullananların bir şakasına kurban gideceğiz hiç belli değil ama biz pes ederek kendi bildiğimiz yoldan Biblos’a gidiyoruz.
Biblos dünyadaki en eski şehirlerden biri ve İncil’in adı ‘’bible’’ buradan geliyor. Tarihi MÖ 7000 yılına kadar uzanıyor ve MÖ 3000’li yıllara tarihlendirilen kalıntılarda ilk şehir planlaması belirtilerine rastlanmış. Şehir ile ilgili, diğer önemli bilgiler ise şunlar:
- · Dünyada insanların yaşamaya ilk başladıkları yer olarak bilinen şehir..
- · Eski Mısır mitolojisinde yer altı tanrısı Osiris’in kapatılıp denize bırakıldığı sandığın sürüklendiği ve karaya vurduğu yer,
- · Bugünkü modern Latin alfebesinin temeli olan ilk lineer alfabeyi bulan yine Biblos’lular.
- · Mısır piramitlerinin yapımında kullanılan sedir ağaçları da yine buradan Biblos’lu tüccarlarca satılmış.
Biblos’un insanı ilk bakışta çarpan küçük ama muhteşem bir limanı var. Roma – Ortaçağ döneminden kalan bu liman restore edilmiş ve inanılmaz bir güzelliğe sahip.
Arkeolojik kalıntılarla neredeyse iç içe geçmiş taş evler, limana demirlemiş balıkçı kayıkları, denizden anayola doğru uzanan souklarda küçük dükkanlar, güzel restaurantlar, cafeler. Biblos kesinlikle Lübnan’da en hoşuma giden yer oluyor.
Öğle yemeği için hedefimiz her kitapta, internetteki her sitede yazan , Lübnan'ın altın yıllarının sembolü Pepe’nin Lokantası. Limanın en güzel yerinde, harika manzaraya sahip bir yer. Güneşin çıkmasını fırsat bilip, dışarıda limanı gören bir masaya oturuyoruz. Ben Sur’daki jumbo karideslerin tadı damağımda, yine jumbo karides istiyorum, Behçet ise tercihini köfteden yana koyuyor ve oldukça iyi ediyor.
Beyrut’un Ortadoğu’nun Paris’i olarak anıldığı zamanlarda, Biblos’un limanı ve Pepe’nin yeri teknelerle buraya gelen pek çok jet sosyete üyesinin ve artistlerin uğrak yeriymiş. Restaurant’ın bütün duvarları, bir zamanlar burada yemek yemiş ünlülerin resimleri ile dolu. 60-70 li yıllarda ünlü olan herkes bir şekilde buraya uğramış gibi.
foto: www.lebanoneguide.com
Okuduğum bir kitaptan öğrendiğime göre, bu bölgedeki kimi taş evlerinde sahibi olan Pepe, çoğunlukla buraları Lübnan’lı bakanların, devlet adamlarının sevgililerine kiraya verirmiş. O dönemde oldukça etkili bir kişilik olsa gerek.
Öldüğünden beride tüm buralar oğluna kalmış. Restaurant daki ortam keyifli, servis çok iyi. Koca bir şişe beyaz şarap ve şıkır şıkır bir güneş eşliğinde son derece keyifli bir yemek yerken hızla Biblos’dan ayrılmamızın nedenlerini burada anlatmıştım.
Akşam Beyrut’da ise bir gezgin’in başına ne kadar dikkatlide olsa arada sırada mutlaka gelecek berbat gecelerden birini geçiriyorum. Pepe’nin yerinde yediğim karidesler her halde bozukmuş. Uykusuzluk , karın ağrısı, ishal, kusma her şey var. Seyahat ederken geçirdiğim en ciddi mide bozukluklarından birini geçiriyorum ama sizlere de ne kadar zamanınız kısıtlı olursa olsun Biblos’a uğramadan Lübnan’dan dönmeyin diyorum…